Matematik hayatın her alanında olduğu gibi tiyatronun da vazgeçilmezi. Nasıl ki yönetmen bir oyunu sahneler, oyuncu oyununu oynar, sahne ve dekor tasarımcısı her sahnenin tasarımını yapar, ışık tasarımcısı ışığını tasarlar; bunların hepsi bir sayısal sistem üzerine oturur. Sahnedeki adım sayınız, dekora yaklaşımınız hepsi bir hesaplama gerektirir. Çok iyi bir oyun seyrettiğimiz zaman şunu söylemez miyiz: “Yönetmen bu işin matematiğini çok iyi oturtmuş”.
Öyle oyunlar vardır ki mesela fars türü bir komedide oyunculardan biri kapıdan girerken, diğer oyuncu tam o an farklı bir kapıdan çıkar. İşte bu anlar çok önemlidir. İşin komedisini bu doğru zamanlamalar oluşturur. Örneğin bir oyunda toplam 6 tane kapı vardır ve yönetmen bu kapıları öyle bir matematik dizgisine oturtur ki komedi de buradan çıkar.
Gerek bir dram oyunu gerekse bir komedi oyunu olsun, role yaklaşım veya o oyunun sahnelenmesi hep bir sayısal algı üzerine oturur. Söylenecek sözün ya da yaratılacak sessizliğin süresi-zamanlaması hatalıysa o sahne seyirciden reaksiyon almaz ve anlamsızlaşır. Zamanlama her şeydir, bu da matematiğin kendisidir
Sayısal zeka mı yoksa sözel zeka mı?
Tiyatroda sayısal zekasını sözel zekasıyla birleştiren sanatçıların, bazı noktalarda daha çok ön plana çıktıklarını görürüz. Tabii ki bu oyunculuk için kesin bir kriter değildir. Ama şuna inanıyorum ki oyuncular kendilerini, sayısal zekalarını geliştiren eğitimlerle zenginleştirmeli. Bu düşündüğümüz anlamda gidip matematik öğrenmek olmasa da bizim disiplindeki sayısal algoritmayı güçlendiren eğitimlerle mümkün. Mesela, eskrimle uğraşmak, farklı danslar öğrenmek, bir müzik aleti çalmak ki özellikle piyanoyu öneriyorum bu konuştuğumuz süreç için oldukça etkilidir.